2014 yılından bu yana Yunanistan’da Krioneri/Selanik’te çalışmalarını sürdüren To Mikro Dentro’yla (Orman Olacak Küçük Ağaç) eğitim ve toplumsal dönüşüm zeminindeki deneyim ve birikimlerini konuştuk
Türkiye’de eğitim sistemindeki neoliberal dönüşüm dolayımıyla, eğitimin piyasalaştırılması ve yanı sıra da muhafazakarlaşmasıyla karşı karşıyayız. Zorunlu din dersleri, cinsiyetçi içerik, militerleşmiş kahramanlık hikayeleriyle dolu bu müfredata bakıldığında kendi aramızda bu eğitim sisteminde çocukların okuldan alabilecekleri en iyi şeyin kötü eğitim olduğunu düşünüyoruz ki bu durum, eğitimin tüm bileşenleri tarafından da kabul edilmiş durumda (öğretmen, veli, öğrenci ve hatta Milli Eğitim Bakanı bile). Eğitimde yaşanan bu dönüşümlere paralel olarak, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde eğitim hakkı mücadeleleri artmaya ve bir taraftan da ‘alternatif eğitim’ çatısı altında gruplanabilecek okullar oluşmaya başladı. Artık eğitimdeki ifşa-inşa diyalektiğinde yeni ve geliştirici tartışmalarla karşı karşıyayız.
Bu tartışmalara katkı sunması amacıyla, 2014 yılından bu yana Yunanistan’da Krioneri/Selanik’te çalışmalarını sürdürenTo Mikro Dentro’yla (Orman Olacak Küçük Ağaç) eğitim ve toplumsal dönüşüm zeminindeki deneyim ve birikimlerini konuştuk. Liberter değerlere ve deneyimlere dayalı pedagojik bir öz-örgütlenme çabası olan To Mikro Dentro, kurulduğundan bu yana eğitim faaliyetlerine aralıksız devam ederken bir yandan da liberter eğitimin gündemleşmesi için mücadele etmeye devam ediyor.
Öncelikle sizdeki okulların ve eğitimin/müfredatın durumu merak ediyoruz. Eğitimin dinselleştirilmesi ve piyasalaştırılması açısından sizde durumlar nasıl?
Müfredat, belirli kültürel ve sosyal biçimlerin yanı sıra, belirli ideolojilerle ayrılmaz biçimde bağlantılı bir dizi temsil ve sosyal pratikten oluşur. İktidar, okulda edinilen bilginin yasal bir biçimi olarak tarif ettiği müfredatla çelişmeden, onun üzerinden işlemektedir. Hakim neoliberal akıl, eğitim sisteminde yapılacak herhangi bir reformu geleceğin bilgi işçilerini üretmek adı altında pazarlar. İş perspektifinden eğitim reformunu anlayabilmek için bu durumu, neoliberal kurumsal yeniden yapılanmanın yer aldığı daha geniş bir bağlama yerleştirmek gerekir.
Piyasa, eğitim kurumlarının iş doğrultusundaki örgütlenmesi ve işleyişiyle ilgili siyasal kararları meşrulaştıran hakim ilke haline geliyor. Bu nedenle “zeka”, bilginin parçalara ayrılması, beden ile aklın ayrıştırılması ve toplumsal cinsiyet, ulus ve sınıf ayrımcılığı; müfredatın belirleyicileri oluyor. Müfredat, sadece muhafazakar olmakla kalmayan, aynı zamanda faşizme doğru yol alan toplumun üst tabakasını korur ve yeniden üretir. Bunu yakın dönem örneklerde de görüyoruz: Bazı özel okulların Yunanistan’da cunta rejiminin devrildiği tarih olan 17 Kasım’ı kutlamayı yasaklaması vb.
2000’lerde, Yunan eğitim sistemi, eğitim kurumlarında ilerici bir yaklaşımı ortaya koyan; işbirliği yapabilen ve eleştirel düşünceyi kullanabilen yeni tür bireyler yaratmayı amaçlayan birtakım eğitim araçlarıyla tanıştı. Örneklerinden birinin ‘proje metodu’ olduğu bu araçlar, çoğunluğu muhafazakar olan uygulayıcıları tarafından bu şekilde algılanmadı. Sonuçta tüm bu metotlar bugün, yıllar içinde değişen neoliberal piyasaya hizmet ediyor. Neoliberal piyasa tarafından kontrol edilen eğitim sisteminin de aynı şekilde değiştiğini görmek pek şaşırtıcı değil. Kapitalizm, piyasanın ihtiyacını karşıladığı ve diğer bireylerle rekabet halinde olduğu sürece işbirliği içinde hareket edebilen ve yaratıcı daha çok bireye ihtiyaç duyar. Tüm bunlar; bizim amaçlarımızdan ve toplumsal özgürleşme yoluyla oluşabilecek bireysel otonomiyi hedeflemekten çok uzak.
Türkiye’de devletin eğitim hizmetlerine eleştirel yaklaşanların hemen hemen hepsi alternatif eğitim şiarıyla çalışmalarını sürdürüyor. Sizin tanıtım yazınıza baktığımızda alternatif kelimesinin geçmediğini görüyoruz. Bu bilinçli bir tercih mi?
Alternatif kelimesini kullanmaktan kaçınmamız bilinçli bir tercihti. Özellikle aşırı sağın eş zamanlı yükselişiyle de birlikte, Yunanistan’da “alternatif” çatı terimi altında, sağcı fikirlerin hakim olduğu okullar yaratıldı. Biz, bu çatı terim altında bulunan okullarla, To Mikro Dentro gibi liberter öz-örgütlenme okullarını birbirinden ayrıştırmak istedik. “Alternatif” terimi; çocukları, toplumun “burada ve şimdi” aktif üyeleri olarak kabul eden görüşümüzün aksine, onları küresel bilgi ekonomisinde geleceğin işçileri olarak ele alan neoliberal özel okullar tarafından da kullanıldı. Alternatif, kendisini ana akımın dışına çıkarsa da bu bizim için yeterli değil. Bizim için doğrudan demokratik ve liberter koşulların sağlanması gerekli.
Türkiye’de Başka Bir Okul Mümkün gibi alternatif okul örnekleri, çocukları için alternatif arayan insanlarda büyük bir heyecan yarattı ve yaratmaya devam ediyor. Belli sosyo-ekonomik düzeydeki kısıtlı sayıda insanın çocuğuna ulaşabilen bu alternatif okul projelerinin toplumun geniş kitleleriyle buluşma, kamusal alanı dönüştürme hedefinden uzaklaşma ve küçük alanlara sıkışma/alternatife daralma gibi bir riski var mı?
Bu bizim için de çok fazla endişe oluşturan bir konu. Fakat okulun/To Mikro Dentro’nun yapısı ve örgütlenme şekli bunun tam tersine işaret ediyor. Esasen, To Mikro Dentro bir iş yeri değil. Bu yüzden piyasa koşullarında işlemiyor ve kâr amacı gütmüyor. Komünite üyelerinin, müşteri ilişkilerinden kaçınarak gerçek bir dayanışma ve iletişim inşa ettiği katılımcı bir okul. Bizim topluluğumuzda, ekonomik sebeplerden dolayı dışlanan herhangi bir aile yok. Buna ek olarak, liberter eğitimle ilgilenen herkesle bilginin paylaşıldığı kamusal etkinlikler To Mikro Dentro’nun işleyişinin ayrılmaz bir parçası.
To Mikro Dentro’nun varlığı kadar önemli olduğunu düşündüğümüz bir başka şeyse; liberter eğitim meselesini kamusal alana açmak, benzer çabalarla işbirliği yaratmak ve liberter okullar yaratmaya çalışan grupları desteklemek.
Türkiye’de eleştirel pedagojiye dair çeşitli çabalar var; dergiler çıkıyor, kitaplar çevriliyor, okullar açılıyor. Siz, “To Mikro Dentro”nun eğitim hedefini eleştirel pedagoji üzerinden nasıl konumlandırıyorsunuz? Temel aldığınız teorik bir çerçeve var mı?
Eğitim ve toplum arasındaki ayrılmaz ilişkinin farkındayız. To Mikro Dentro’daki özel pedagojik yaklaşımımız da buradan, yani farklı bir topluma olan ihtiyacımızdan doğdu. Eğitimden, çocuklardan ve yetişkinlerden ne beklediğimiz sorusuyla, aslında nasıl bir toplum istediğimiz sorusunu da işaret etmiş oluyoruz. Kısaca, önerimiz okul öncesi ve zorunlu eğitim düzeyinde katılımcı komünal okulların oluşturulmasını içeriyor. Okulumuzun faaliyetleriyle böyle bir eğitimi, içinde bulunduğumuz zamanda ortaya çıkarmak için çabalıyoruz. Öte yandan, kamusal alanda liberter eğitim konusunda tartışma yaratmayı da bir o kadar önemsiyoruz. Bizim için komünal okul, hem gündelik işleyişinde hem siyasal eyleminde hiyerarşi karşıtı değerleri teşvik eden, kendini yöneten bir okul demek.
Pedagojik çerçevemiz liberter, anarşist, demokratik eğitim ve felsefeden esinlenmiştir. Okulumuz, belirli bir metodoloji veya sisteme bağlı değil. Pedagojik çerçevemiz, Yeni Eğitim olarak adlandırılan, çocuğun yetişkin baskısından kurtulmasına yönelik araç ve yaklaşımların bir sentezinden oluşmaktadır. Bu yaklaşımların arasında, örneğin; temel ilkeleri notun, övgü ve cezanın olmadığı, toplumsal cinsiyetler, yaşlar ve sınıflar arası ortak eğitimin olduğu Francisco Ferrer ve Modern Okullar hareketi (İlk okul, 1901 yılında kurulmuş.) var. Katolik okullardan farklı olarak, Modern Okullar’da bilgiler, bilimsel yöntemlerle elde ediliyordu. Modern Okullar hareketi, toplumla, yani okul çağındaki çocukların ebeveynlerinin iş yerleri ve mahalleleri ile doğrudan bağlantılıydı.
Maria Montessori ve Casa dei Bambini, Çocukların Evi (İlk okul 1907 yılında kuruldu.), yetişkin önyargıları tarafından belirsizleşen yeni çocuğun keşfedilmesini temel alan Montessori felsefesine dayanmakta. Bizim için önemli olan ilke, yeterince hazırlanmış, organize edilmiş ve çocuğun yetenekleri ve boyutlarına uyarlanmış bir çevrede çocuğun kendi seçimine dayanan aktivite ve materyalleridir.
Celestine Freinet, Halkların Okulu (1935) ve kurumsal pedagoji, okullarda uzaktan eğitim, sinema ve matbaa gibi öğrenciler tarafından yönetilebilecek yeni teknolojiler ortaya koydu. Freinet’in pedagojisi komünal okul hayatı ve onun toplum ve kamusal alanla ilişkisine dayanmaktadır.
Doğrudan demokrasi sadece eylemlilikle öğrenildiği için çocuklar meclisi, pedagojik ve siyasal sürecimizin ayrılmaz bir parçası. Bir öğrenme süreci olarak meclis fikri Summerhill Demokratik Okulu (1921) kurucusu A.S. Neil tarafından önerildi. Bu fikir aynı zamanda, Paolo Freire’nin, kolektif hayat deneyimi ve özgürlüğün pratik edilmesi yoluyla gelişen eleştirel bilinç üzerine kurduğu, pedagojik programının da mihenk taşıydı.
Eğitimin ayrılmaz bir parçası olan liberter ve anarşist felsefe, akışkanlık içeriyor. Bu akışkanlık eğitim pratiklerine ne kadar çok insan katılırsa o kadar çok yön alabilir. Eğitim, sabit ve kapalı bir toplumsal ve pedagojik sistem değildir. Bireyin ve komünitenin arzu ve ihtiyaçlarına ve tabii ki tarihsel döneme göre değişir.
Teorik çerçevenizi çizerken bahsettiniz, ama biraz daha detaylandıracak olursak; farklı ülke tecrübelerinden ortaya çıkan Montessori, Reggio Emilia, Waldorf gibi yaklaşımlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Montessori felsefi ve pedagojik uygulamalarından ve Reggio Emilia yaklaşımından oldukça etkilendik. “Alternatif” eğitimsel yaklaşımları kullanmak ve onları elitlerin tekelinden çıkartmak istiyoruz. Maria Montessori, yönteminin, çocuk aktivitesinin dikkatli bilimsel gözleminden ilhamla yaratıldığını söyler. Montessori, fiziksel cezalandırmanın oldukça yaygın olduğu zamanlarda, çocuğun yetişkin baskısından özgürleşmesini öneriyordu. Montessori pedagojisi, herhangi bir cezalandırma veya ödüllendirme kullanmak yerine çocuğun eleştirel düşüncesini geliştirmeyi ve çocuğun kendi kendini yargılayabilir hale gelmesini hedefliyordu -ki bizce bu son derece politik.
To Mikro Dentro’da, Montessori’nin birçok materyalini kullanıyoruz ve bağımsız aktivite ve konsantrasyonu teşvik edecek hazır bir ortam yarattık. Montessori materyalleri, tıpkı kullandığımız Froebel materyalleri gibi, “hatanın kontrolü”nü içeriyor. Hatanın kontrolü, çocukların işlerini kendi başlarına değerlendirmelerine ve hataları, öğrenme araçlarına dönüştürmelerine yardımcı oluyor.
Maria Montessori, hem kendi başına işlerliği olan hem yerel komitenin bir parçası olan bir eğitim ortamı önerir. Böyle bir ortam, öğrenmeyi teşvik eden uyarıcıları barındırır. Büyümekte olan birey, ilk olarak doğal yaşamla karşılaşır. Montessori de, çocukların öncelikle doğal ve kültürel dünyayla tanıştırılması gerektiğine inanır. Çünkü böylelikle, çocukların dış dünya gerçekleriyle daha sonraki keşifleri için temel oluşturacak güçlü bir bağ kurulur. Bu noktada, çocukları hayal dünyasıyla fazla erken tanıştırdığını düşündüğümüz Waldorf felsefesinden ayrılıyoruz.
İlişkilendiğimiz bir başka Montessori fikri ise, öz-disiplin meselesi. 20. yüzyılın diğer birçok pedagojisti gibi, Montessori de, öz-disiplinin ancak özgürlük ile birlikte olabileceğini iddia etti. Gerçek disiplin dışarıdan zorlamayla değil, ancak sosyal hayatın yarattığı limitler içindeki özgür eylemlerin sonucu olabilir. Toplumsal etkileşime yardımcı olan bir diğer özellik ise, karışık yaş grupları. Biz, çocukları yaşlarına göre ayırmıyoruz; çünkü bunun toplumsal bütünleşmeyi engelleyeceğine inanıyoruz. Ayrıca Reggio Emilia yaklaşımından da özellikle sanat kısmında etkilendiğimizi söyleyebiliriz. Çocuğun “sanatçı” olması beklentisine girmeden, kendisini sanat aracılığıyla ifade edebilmesi için gerekli ortamı yaratarak ve araçları sağlıyoruz.
Eleştirel pedagoji tartışmalarının, eğitimin temel işlevi konusunda öne çıkan unsurlarından biri, toplumsal çelişkinin gösterilmesidir. Bu noktada toplumsal çelişki sizin eğitime yaklaşımınızın bir parçası mı?
Her ne kadar eğitim çabamızı politik olarak tanımlasak da çocuğun geleceğine ve politik kimliğine dair öngörüde bulunmamaya çalışıyoruz. Bunun yerine, çocukların şu anda aktif siyasi bireyler olarak davranabilmelerini mümkün kılmaya çalışıyoruz. Yapmaya çalıştığımız, bireylerin eleştirel düşünmelerini ve eleştirel farkındalıklarını arttırmak, iktidara ve normatif standartlara meydan okumak, zihinsel ve bedensel işi birleştirmek ve böylece bütünsel bir gelişim sağlamak. Bu doğrultuda, karar alma süreçlerine çocukların katılabildiği, komünal hayatın getirdiği özgürlük ve sorumluluklara aktif olarak katıldıkları meclis ve yarattığımız özgür çevre, çocukların kendi otonomilerini kurmalarına ve öz-örgütlenmiş topluluklara sorumlu olarak katılmalarına yardım ediyor.
Sabit bir müfredatınız var mı? Müfredatınızı neye göre oluşturuyorsunuz?
To Mikro Dentro olarak, çocukları ihtiyaç ve kişisel ilgilerine göre öğrenmeye ve çalışmaya teşvik eden bir eğitim ortamı yarattık. Birinin, ancak bilinçli bir şekilde öğrenmeyi seçtiği şeyleri öğrendiğine inanıyoruz. Hazırladığımız ortamda dil, matematik, coğrafya, sanat, bilim, müzik ve tiyatro gibi birçok farklı ders bulunuyor. Bunların tümü ‘hatanın kontrolü’ dolayımıyla, çocukların kendi ilgilerini ve işlerini bağımsız şekilde takip edebildikleri duyusal aktiviteler içerecek şekilde planlandı. Yetişkinlerin bu süreçlerdeki rollerinin pasif olduğunu söyleyemeyiz. Çocuklar gibi, onlar da ilham alarak, araştırarak, merak ederek bilgilenme yolculuğuna aktif bir şekilde katılıyorlar ve çocukları da bu yolda cesaretlendiriyorlar.
Bu prosedürlerle çocuklar, esas ilgilerini takip ederek kendi müfredatlarını dışarıdan bir zorlama olmadan yaratıyorlar. Aynı zamanda, çocuk meclisiyle de, örneğin açık hava etkinliklerinin yerleri konusunda karar alma süreçlerinin parçası olma şansını yakalıyorlar. Çocukların toplumsal alanda aktif olmasını mümkün kılan ve eğitim sürecinin önemli bir parçası olduğunu düşündüğümüz açık hava etkinliklerini ayda en az bir kez gerçekleştiriyoruz. Çocuklar kendi ilgileri doğrultusunda keşfetmek ve öğrenmek için diş hekimi, müze, tren istasyonu, oyun alanı, orman ve daha pek çok kişi veya alanı ziyaret etmeyi önerebilirler.
Okulumuzun faaliyet gösterdiği geçtiğimiz 5 yıl boyunca, çocukların aktivitelerinin belli aşamaları takip ettiğini gözlemledik. İlk olarak, sosyal çevreye adapte olmaları ve onunla etkileşime geçmeleri gerekiyor. Çocuklar, rahat ve samimi hissetmek istiyorlar. Gözlemliyor, eyleme geçiyor ve yavaş yavaş yetişkin figüründen daha bağımsız hale geliyorlar. Gitgide çevreyle daha fazla ilişkileniyor ve kişisel ilgileri doğrultusunda çalışmaya başlıyorlar. Geçen 3 yıl içerisinde, okulumuzdaki çocukların çoğu kendi hız ve düzenlerinde bütün faaliyet alanlarında çalıştılar.
To Mikro Dentro’da çocuk, ebeveyn ve öğretmen olmak üzere 3 ayrı gruptan bahsetmişsiniz. Bu grupların okula dair karar süreçlerindeki etkisi nasıl?
İletişimimize bürokrasinin müdahalesine izin vermeden öz-örgütlenmeyi mümkün kılmak adına, doğrudan diyalog kuracağımız süreçler oluşturuyoruz. Birbirimizle temas etmek; bize kendi kararlarımızı verme, süreçlerde birlikte doğaçlama ve deneyimleme fırsatı veriyor; aynı zamanda bu kanallardan doğan iletişimin sürekli olarak gelişmesini sağlıyor. Benzer girişimlerden (Paideia’nın anarşist okulu, Freinet’in ortak işleyen sınıfları, Freire’nin meclisleri) uyarladığımız ya da ödünç aldığımız en temel özellik, öz-örgütlenme ya da pedagojik ilgi gibi farklı motivasyonlara sahip insanların, girişimimizin örgütlenmesinde eşit katılımı sağlayabilme yeteneği. Bunların içinde, benzer girişimlerin öz-örgütlenmeye dair her alanında, durmadan, eğitim görüyoruz. Bu nedenle, prosedürlerimizin sağlam bir temeli var. Ancak bunların süreleri ve üslupları, komünite hayatına ve organizasyonuna adapte olmak adına değişebilir.
Prosedürlerin varlığı, komünitenin hedeflerine ulaşılmasına ve okulun işleyişinin sürekli iyileştirilmesine olanak sağlar. Bu prosedürlerin varlığı, komünitenin temel ilkelerini garanti altına alır. İktidar, tüm insanlara üstlendikleri rollerde bilginin, karar vermenin ve döngüselliğin yayılması yoluyla dağıtılır. Prosedürler, yatay örgütlenmeyi esas alır ve bu nedenle her bir kişi, komünitenin diğer tüm üyelerine eşit muamele etmekle sorumludur. Hepimiz birlikte ve her birimiz bireysel olarak her türlü yaratıcı kolektiviteyi zedeleyen davranışlardan kaçınıyoruz. Onları zenginleştirecek, daha etkili ve eğlenceli hale getirecek fikirleri tartışabileceğimiz paylaşımlara ayırdığımız zamanı önemsiyoruz.
Meclisler, To Mikro Dentro’daki karar organıdır. Dairesel konumlandırma aracı, bireylerin eşit katılımını sağlarken, asıl hedef fikir birliğidir. Diğer toplantıların gerçekleştiği meclisler; Çocuk Meclisi, Ebeveyn Meclisi, Yetişkinler Meclisi ve Yetişkinler Genel Kurulu’dur. Her gün yapılan çocuk meclisine ek olarak, diğer toplantılar, katılan üyeler tarafından okulun işleyişteki ihtiyaçlarına göre planlanmaktadır. Meclislerin temaları değişkendir; günlük yaşamın pratik meselelerinden, liberter eğitimin teorik meselelerine kadar pek çok farklı konuyu içerebilir.
Değerlendirme meclisleri yılda iki kez yapılır. Raporun içeriği arasında yetişkin ilişkileri, To Mikro Dentro’nun sürdürülebilirliği ve tanıtımı, topluluk süreçleri ve sabah rutinindeki pedagojik uygulamalar yer almaktadır. Amaçları; kişisel ve kolektif yansıtma, otomasyondan kaçınma ve deneyimlemeden elde edilen ve deneyimlemeyi ve iyileştirmeyi amaçlayan önerileri tartışmaktır. Bu Küçük Ağaç’ı canlı tutmak için izlediğimiz bir yol. Öte yandan raporlamayı mümkün kılmak için kullandığımız araç kişisel katılım kartlarıdır. Öğrencilerin değerlendirme meclislerini kolaylaştırmak için kullandıkları bu aracı İspanya’daki Paideia anarşist okulundan ödünç aldık.
Türkiye’deki alternatif eğitim tartışmalarında öğrenci/öğretmen ilişkisine dair, özellikle Freire temel alınarak, epeyce kafa yoruluyor. Sizde öğrenci-öğretmen/öğrenen-öğreten ilişkisine dair tartışmalar ve uygulamalar nasıl?
Öğretme kelimesi, öğretmenler ve öğrenciler arasındaki kutuplaşmış ilişkiyi yansıtır; bu sebeple, bizim pedagojik duruşumuzu yoldaşlık kelimesiyle ifade etmek daha doğru olur. Her bireyin kendi öğrenme hız ve ritmi olduğunu gözlemledik, bu yüzden bu gerçeğe saygı duymaya ve her çocuğun kendi keşif sürecinde yanında durmaya çalışıyoruz. Bu da çocuğa; güvenin, eylemle gösterilmesi anlamına geliyor. Bununla birlikte yoldaşın rolü, sadece bireylerin değil, çocuklar meclisi tarafından yönetilen bir “kolektif” olarak tüm komitenin gelişim ve otokontrolünü kolaylaştırmaktır.
İletişime dayalı ilişkiler (ve süreçler) üzerinden bireysel ve kolektif öz-düzenlemelere/ otokontrole ulaşma yolumuz, şu üçlüyle özetlenebilir: öz dinleme – eşlik etme – önerme. Bu üçlüyü, genel tutumumuz ve iletişim kurma şeklimize ilham veren M.Lobrot’un “Direktifsiz Müdahale” teorisinden aldık. İlk olarak, sözlü veya sözsüz ifade edilen her şeyi gözlemleyerek, çocukları dinliyoruz. Sonra onları motive eden şeylerde onlara eşlik ediyoruz ve son olarak, önerilerde bulunuyor ya da bu doğrultuda uyaranlar sağlıyoruz. Birinin çocukları aktif olarak dinleyebilmesi için fiziksel olarak çocuğun boyunda diz çökmesi, sabırlı olması, konuşma ve hareketlerinde tedbirli olması ve konuşma ve eylemlerinde tutarlılık göstermesi gerekir.
Pedagojik eylemde yoldaş, otantik olmakta özgürdür; ancak otoriter olamaz. Çocuklar, “Bilmiyorum, kitaplar buna ne diyor, hadi bir bakalım.” dendiğinde, bunu takdir ediyorlar. Çocuklara herhangi bir şeyi (hızımızı ve ritmimizi, fikirlerimizi ve estetik anlayışımızı) empoze etmeyi değil, onları etkilemeye çalışıyoruz. Çocuklarla ilişkimizde, sorulmadığı müddetçe, fikrimizi ve etik duruşumuzu ifade etmemeye çalışıyoruz. Çocuklara, kendi ilgilerinden kaynaklanmayan kavram ve önerileri yüklemek istemiyoruz. Öte yandan, “tarafsız” pedagoji diye bir şey olduğuna da inanmıyoruz. Geleneksel okullar, tarafsız olmayı iddia ederken esasen baskın temsiller ve değerler üretirler. Benzer şekilde bizim pedagojimiz de tarafsız değil; o da farklı bir kültür üretmenin yollarını arıyor ve teori ve pratikte tarafını belli etmeye cesaret ediyor.
Bir yoldaşın yapması gerekenler:
- Ödül veya ceza vermek yerine koordinasyonun güçlendirilmesi,
- Çocuklarla iletişimde karışıklık yaratmamak,
- Hem bireysel hem de kolektif düzeyde, araştırma, tefekkür ve öz eleştiri çalışmalarına dahil olma.
Söyleşi: Cemile Gizem Dinçer, Dünya Tezcan
Kaynak: Sendika63.Org